Türkiye gibi ekonomilerde büyüme, enflasyon ve faiz gibi makro göstergelere saplantılı biçimde odaklanılması, tüketim tercihleri, üretim dinamikleri ve toplumsal refah gibi kavramların eksik analiz edilmesine yol açıyor.
Bu konuşma, iktisadın teknik göstergelere indirgenmesiyle gerçek hayat arasında açılan mesafeyi, rasyonel planlama kapasitesinin erozyonunu ve makro politikalar üzerindeki araçsallaştırıcı etkisini örnekler üzerinden tartışıyor.
İktisadın Coğrafyası, Coğrafyanın İktisadı
İktisadi büyüme eşit dağılmaz. Mekân, iktisadi sonuçların hem belirleyicisi hem de yansımasıdır. Bu konuşma, bölgesel eşitsizliklerin neden yalnızca gelir farklarıyla değil, aynı zamanda tarihi, kültürel ve kurumsal faktörlerle şekillendiğini gösteriyor. Türkiye’de kıyı-şehir merkezli büyüme modelinin eleştirisiyle, kalkınma üretim ve tüketim dinemiklerinin mekansal boyutunu merkeze alıyor.
Bölgesel Kalkınma Tuzağı: Fırsatlar ve Engeller
Türkiye’de uzun süredir konuşulan “bölgesel kalkınma” hedefi, çoğu zaman strateji belgelerinde kalırken sahada beklenen etkiyi yaratamadı. Bu konuşma, yerel ekonomilerin neden kendi potansiyellerini gerçekleştiremediğini ve kamu yatırımlarının neden belirli merkezlerde yoğunlaştığını örneklerle tartışıyor. Bölgesel kalkınmayı sınırlayan yapısal engellerin yanı sıra, farklı bölgelerde hâlâ değerlendirilmemiş üretim ve girişimcilik fırsatlarına da dikkat çekiyor. Yeniden tanımlanmış bir planlama anlayışıyla, yerelden merkeze uzanan yeni bir kalkınma yaklaşımı öneriyor.
Kolektif Mutsuzluk
İktisadi göstergeler yalnızca teknik parametreler değildir. Bu göstergeler aynı zamanda insanların gündelik yaşamını, duygusal dünyasını ve toplumsal bağlarını biçimlendirir. Bu konuşma, enflasyon, güvencesizlik ve gelir adaletsizliği gibi makroekonomik dinamiklerin; bireylerin umut, güven ve aidiyet hissi üzerindeki etkilerini örneklerle tartışıyor. Aynı zamanda bu duygusal kırılmaların, tüketim davranışlarından iş gücüne katılıma, toplumsal dayanışmadan girişimcilik motivasyonuna kadar ekonomi üzerinde nasıl bir geri bildirim yarattığını ele alıyor. Makrodan mikroya inen, sonra mikrodan makroya yeniden dönen bu döngü, sürdürülebilir kalkınmanın yalnızca yapısal değil, duygusal temellerle de inşa edilmesi gerektiğini vurguluyor.
Tüketimin Coğrafyası: Alışverişin Sınıfsal ve Mekânsal Haritası
Tüketim yalnızca ekonomik bir tercih değildir, aynı zamanda sınıfsal bir gösterge ve mekânsal bir aidiyet beyanıdır. Perakende sektörü, yalnızca mal ve hizmetin dağıtım kanalı değil; toplumsal hiyerarşilerin mekâna kodlandığı bir yapı haline gelmiştir. AVM’lerin güvenlikli kapsayıcılığı, butik marketlerin sembolik ayrıcalığı ya da zincir marketlerin “herkes için ulaşılabilirlik” vaadi, tüketimin nasıl mekânsal sınıflaşma ürettiğini gözler önüne seriyor. Bu konuşma, tüketimin Türkiye’de nasıl bir sosyal harita çizdiğini ve bu haritanın nasıl okunabileceğini sorguluyor.
Benim İktisattan Anladığım: Ahlâk, Piyasa ve Sınırlar
İktisat, yalnızca büyüme oranları, faiz kararları ya da piyasa verileriyle sınırlı bir teknik alan değildir. Aynı zamanda, insanın arzuları, sınırları ve sorumluluklarıyla ilgili etik bir düşünme biçimidir. Bu konuşma, Adam Smith’in The Theory of Moral Sentiments’ta ortaya koyduğu ahlaki duygudaşlık fikrinden yola çıkarak, iktisadın “insanı” nasıl merkeze alabileceğini tartışıyor. Piyasanın kendi mantığını aşan bir sınır bilgeliğine ihtiyacı vardır: Ne zaman çekilmek gerekir, ne zaman müdahale edilir, hangi kararın bedeli sadece ekonomik değil, toplumsaldır? Ana akım iktisadın davranışçı kırılmalarıyla, heterodoks yaklaşımların eleştirel sezgileri arasında, üçüncü bir yol öneriyor: Teknik bilgi ile kamusal vicdanı, bireysel çıkar ile toplumsal sorumluluğu uzlaştıran bir iktisat tahayyülü.
Sandık ve Sayılar: Siyasi Tercihler ile İktisadi Göstergeler Arasındaki Kırılgan Denklem
İktisat, genellikle teknik göstergelerle ölçülen “tarafsız” bir alan gibi sunulur; oysa ekonomik veriler, toplumsal duyarlılıklar ve siyasi tercihlerle sürekli etkileşim halindedir. Bu konuşma, enflasyon, işsizlik ve büyüme gibi temel makro göstergelerin yalnızca teknik rasyonaliteyle değil, aynı zamanda seçmen psikolojisi ve siyasal beklentilerle nasıl belirlendiğini tartışıyor. Türkiye örneği üzerinden, seçmenin iktisadi koşulları nasıl algıladığı, bu algının hangi göstergelere dayandığı ve bunun siyasi sonuçlara nasıl yansıdığı analiz ediliyor. Aynı zamanda, siyasi iradenin iktisadi göstergeleri biçimlendirme kapasitesinin sınırları ve bu göstergelerin yeniden tanımlanarak nasıl araçsallaştırıldığı sorgulanıyor. Seçim ekonomileri, popülizm, veri manipülasyonu ve kurumsal bağımsızlık gibi başlıklar üzerinden, siyaset ile iktisat arasındaki kırılgan ama belirleyici ilişki mercek altına alınıyor.
Sermayede Önyargılar: Ekonomide Görünmeyen Eşikler
Ekonomik başarı genellikle sermaye birikimiyle açıklanır ancak bu çerçeve, görünmeyen yapısal eşikleri göz ardı eder. Türkiye’de yatırım ya da girişim süreçlerinde belirleyici olan başka bir unsur vardır: güven. Bu güven, bireyler arası ilişkilerin ötesinde, sosyal, kültürel ve coğrafi kodlarla şekillenir. Girişimcinin fikri ve kapasitesi kadar etnik kimliği, bölgesel aidiyeti, eğitim geçmişi gibi unsurlar da ekonomik kaynaklara erişimini belirler. Krediye erişimden kamu desteklerine uzanan göstergeler, bu görünmeyen eşiklerin izlerini taşır. Bu yazı, sermayeye erişimi yalnızca para değil, aynı zamanda aidiyet ve temsil meselesi olarak ele alarak, nicel veriler aracılığıyla ekonomik imkânları ve dışlayıcılığı tartışıyor.