Konuşmacımız Zümra Atalay, psikolojik danışmanlık ve rehberlik alanındaki akademik birikimini farkındalık ve şefkat odaklı eğitimlerle sahaya taşıyor. Zihinsel dayanıklılık, duygusal denge ve anda kalma becerileri üzerine yoğunlaşan konuşmalarında, katılımcıları içsel farkındalık yolculuğuna davet ediyor. Farkındalık temelli liderlik, şefkatli iletişim ve stresle baş etme gibi başlıklarla hem bireysel hem kurumsal gelişimi desteklemeyi hedefliyor.
Bu başlık altındaki konuşmasında, hem akademik çalışmalarından hem de grup çalışmalarından edindiği deneyimlerle, bilinçli farkındalığın birey ve kurum hayatındaki dönüştürücü etkilerine odaklanıyor. Katılımcılara duygularla sağlıklı ilişki kurmanın, zorlayıcı durumlarla baş etmenin ve anlamlı iletişim kurmanın yollarını aktarıyor. Zümra Atalay, bu yaklaşımların kurum kültürüne entegre edilmesini sağlayarak daha huzurlu, dengeli ve üretken iş ortamları yaratma potansiyeline dikkat çekiyor.
Şefkatli Liderlik
Bu konuşmada, iş dünyasında sıklıkla göz ardı edilen bir kavrama, şefkatli liderliğe odaklanılıyor. Konuşmacımız, liderliğin yalnızca hedef odaklılık ya da karizma üzerinden tanımlanamayacağını; gerçek liderliğin insanın içsel süreçlerine duyarlı olmayı gerektirdiğini vurguluyor. Şefkat, burada sadece empatiyle sınırlı bir duygu değil, cesaret ve nesnellikle harmanlanmış bir tutum olarak tanımlanıyor. Zorluklar karşısında kayıtsız kalmadan ama aynı zamanda duygulara kapılmadan yol alabilen liderlerin, hem bireysel hem kurumsal düzeyde daha kalıcı etki yaratabileceği ifade ediliyor.
Konuşma, şefkatin yalnızca çalışanlara değil, liderin kendisine de yönelmesi gerektiğini hatırlatıyor. Kendi duygularını tanıyan, içsel süreçlerini gözlemleyen liderlerin başkalarına daha sağlıklı bir şekilde destek olabileceği aktarılıyor. Bu bakış açısı, sürdürülebilir liderliğin ve kurumsal sağlığın temel taşlarından biri olarak öne çıkıyor. Konuşma, liderlik anlayışını yeniden tanımlayarak, güçlü ve gerçekçi bir şefkatin hem iş yerinde hem de bireysel yaşamda nasıl dönüştürücü bir etkisi olabileceğini gözler önüne seriyor.
Öz Şefkat
Bu konuşma, şefkatin yalnızca başkalarına yöneltilen bir tutum değil, öncelikle kişinin kendisine göstermesi gereken bir beceri olduğunu vurguluyor. Konuşmacımız, zorlayıcı duygularla karşılaşıldığında otomatik olarak devreye giren öz eleştiri yerine, anlayışlı ve nazik bir yaklaşım geliştirilmesinin önemine dikkat çekiyor. Sıkça rastlanan “hatalarımızı düzelterek iyileşebiliriz” anlayışının, duygusal acıyı hafifletmediği gibi bireyi yalnızlaştırdığını belirtiyor. Oysa acının evrensel bir deneyim olduğunu fark etmek, kişinin kendini soyutlanmış ya da talihsiz hissetmesinin önüne geçerek bağ kurma kapasitesini artırıyor.
Konuşma, insanların zorluklar karşısında genellikle ya her şeyi bir anda çözmeye çalıştığını ya da mücadeleden tamamen çekildiğini ortaya koyuyor. Öz şefkat, bu uç tepkileri dengeleyen bir yaklaşım sunuyor. Kişiye, yaşadığı güçlükleri inkar etmeden ama bu acıya kapılmadan, daha yumuşak ve sabırlı bir ilişki kurma imkânı tanıyor. Öğrenilebilir ve geliştirilebilir bir beceri olarak sunulan öz şefkat, yalnızca bireysel iyilik hali değil, başkalarına duyulan şefkatin de temel taşı olarak öne çıkıyor. Bu bakış açısıyla konuşma, izleyicileri daha dirençli, dengeli ve empatik bir yaşamın kapılarını aralamaya davet ediyor.
Mindful Liderlik
Konuşmacımız bu başlık altında, liderliğin esasen başkalarını yönetmekten önce kendini yönetebilme becerisiyle başladığını vurguluyor. Duygu, düşünce ve davranışları fark edebilmek ve gerektiğinde düzenleyebilmek, etkili liderliğin temelini oluşturuyor. Özellikle zorlayıcı anlarda ani tepkiler vermek yerine sabırla bekleyebilmek, sakinliği koruyabilmek ve karşımızdakinin niyetini anlamaya çalışmak; çatışmaları azaltan ve ilişkileri derinleştiren temel liderlik davranışları arasında yer alıyor.
Mindful liderlik, kişinin karar anlarında tam anlamıyla “orada” olmasını, yani dikkatini o ana ve duruma odaklayabilmesini gerektiriyor. Bu farkındalık hali, hem liderin daha net ve sağlıklı kararlar almasını sağlıyor hem de ekip içindeki iş birliğini güçlendiriyor. Konuşma, günümüz iş hayatında sabırsızlıkla ve aceleyle alınan kararların doğurduğu olumsuz sonuçlara dikkat çekerek, dayanıklılığın ve içsel dengeyi korumanın liderlik başarısındaki kilit rolünü öne çıkarıyor.
Şefkat Nedir ve İş Yaşamımızda Nasıl Kullanabiliriz?
Bu başlık altındaki konuşmada şefkatin, sanıldığının aksine yumuşak ya da zayıf bir duygu değil; cesaretli, aktif ve bilinçli bir duruş olduğu vurgulanıyor. Şefkat, acıya duyarlı olmakla kalmayıp, o acının karşısında kalabilme ve yüzleşebilme becerisini içeriyor. Zorluklara verdiğimiz tepkiler çoğunlukla daha fazla acı çekme ya da kontrolü kaybetme korkusuna dayanıyor. Bu bağlamda konuşmacı, şefkati duyguları bastırmak yerine onları anlamak, kabul etmek ve onlarla sağlıklı bir ilişki kurmak için bir yol olarak tanımlıyor.
İş yaşamında şefkatin gücü, zorluklar karşısında sakin kalabilmek, zor duygularla başa çıkarken hem kendimize hem de diğerlerine karşı anlayış geliştirebilmekle ortaya çıkıyor. Konuşma, esas meselenin çoğu zaman yaşadığımız zorluklar değil; bu zorluklara nasıl yaklaştığımız ve baş etme biçimimiz olduğunu hatırlatıyor. Şefkatli bir tutum geliştirmek, hem bireysel gelişim hem de iş yerinde daha sağlıklı ve empatik ilişkiler kurmak adına önemli bir araç olarak öne çıkıyor.
Mindfulness Nedir ve İş Yaşamımızda Nasıl Kullanabiliriz?
Bu başlık altında, son yıllarda giderek daha fazla ilgi gören mindfulness kavramı ele alınıyor. Mindfulness, kişinin dikkatini yargılamadan şimdiki ana yönlendirmesi; duygularını, düşüncelerini, bedensel hislerini ve çevresini fark etmesi anlamına geliyor. Ancak konuşmacı, bu farkındalığın yalnızca bir gözlem hali olmadığını; aynı zamanda bu gözlemin nasıl yapıldığının da önemli olduğunu vurguluyor. İnsanlar çoğu zaman içsel rahatsızlıklarının farkındadır; fakat bu duygularla nasıl kalacaklarını bilmediklerinde farkındalık, çözüm yerine daha da yorucu bir hale gelebiliyor.
Mindfulness pratiği, özellikle iş yaşamında stresle başa çıkmak, odaklanmayı artırmak ve sağlıklı iletişim kurmak açısından güçlü bir araç olarak öne çıkıyor. Nefes egzersizleri ve meditasyon gibi uygulamalarla desteklenen bu yaklaşım, kişinin anı kaçırmadan yaşayabilmesini ve otomatik tepkiler yerine bilinçli seçimler yapabilmesini sağlıyor. Konuşma, yalnızca teorik bilgiyle yetinmeyip deneyimsel pratiklerin önemine dikkat çekiyor ve katılımcıları birlikte mindfulness egzersizi yapmaya davet ediyor.
Anda Kalmak
Bu konuşmada, “anı yaşamak” ya da “anda kalmak” gibi sıkça kullanılan ifadelerin ötesine geçilerek, gerçek farkındalıkla şimdiki anla bağlantı kurmanın ne anlama geldiği ele alınıyor. Konuşmacı, anda kalmanın geçmişi ya da geleceği tamamen reddetmek olmadığını; aksine, iç dünyamızdaki duygu, düşünce ve beden duyumlarıyla birlikte dış dünyayla da bilinçli bir temas kurmak olduğunu vurguluyor. Özellikle iş ortamlarında bu bilinçli varoluş hali, huzur, mutluluk ve üretkenlik gibi pek çok olumlu sonuç doğurabiliyor.
Zihnin doğal eğilimi geçmiş ve gelecekte gezinmek olduğundan, anda kalmak pasif bir durum değil; aksine, çaba ve pratik gerektiren bir beceri olarak tanımlanıyor. Gün içinde hiçbir fiziksel hareket yapılmasa bile, zihinsel dağınıklık ve yorgunluk hissi çoğu zaman odak eksikliğinden kaynaklanıyor. Bu da bize, gerçek dinlenmenin ancak zihinsel farkındalıkla mümkün olduğunu gösteriyor. Konuşma, bu becerinin yalnızca teorik bilgiyle değil, grup deneyimleri ve pratik egzersizlerle öğrenilebileceğini hatırlatarak katılımcıları birlikte keşfetmeye davet ediyor.
Belirsizliği Nasıl Anlayabiliriz ve Yola Nasıl Devam Edebiliriz?
Bu konuşmada, hayatı anlamlandırma, kontrol etme ve planlama isteğimizin aslında belirsizlik karşısındaki doğal insan tepkilerinden biri olduğu vurgulanıyor. Özellikle iş hayatında düzen ve plan önemliyken, yaşamın doğası itibarıyla öngörülemez olduğu hatırlatılıyor. Konuşmacı, belirsizlikle başa çıkmanın en etkili yolunun "kabul" olduğunu belirtiyor—ancak burada kastedilen teslimiyet değil, mevcut durumu direnç göstermeden fark etmek ve anlamak.
Kabulün bir durak değil, harekete geçmenin ilk adımı olduğuna dikkat çekiliyor. O anın zorluğunu ve çaresizliğini yargılamadan karşılamak, insanın içsel dayanıklılığını artırıyor. Böylece belirsizlik karşısında paniklemek yerine, sakin kalma ve ilerleme kapasitesi gelişiyor. Konuşma, izleyicileri bu yaklaşımı benimseyerek daha dirençli bir yaşam sürmeye ve belirsizlikle daha sağlıklı bir ilişki kurmaya davet ediyor.
Neden Rahatlayamıyoruz ve Nasıl Rahatlarız?
Bu konuşmada insan zihninin neden çoğu zaman gergin, huzursuz ve tehdit algısına açık olduğu ele alınıyor. Konuşmacı, beynimizin evrimsel olarak tehlikelere karşı tetikte kalacak şekilde yapılandığını ve bu nedenle olumlu anlarda bile zihnin rahatlamada zorlandığını vurguluyor. Zihin, hayatta kalmak adına tehdit edici uyaranlara daha hızlı tepki verirken, olumlu deneyimlere aynı duyarlılıkla yanıt vermiyor. Bu durum "negatiflik yanlılığı" (negativity bias) olarak tanımlanıyor.
Konuşmada tehdit sistemi, güdü sistemi ve yatıştırıcı sistem olmak üzere üç temel zihinsel sistem tanıtılıyor. Tehdit ve güdü sistemleri hayatta kalmak ve gelişmek için önemli olsa da, sürekli aktif kalmaları halinde stres birikimine ve tükenmişliğe yol açabiliyor. Buna karşılık, yatıştırıcı sistem; rahatlık, dinginlik ve koşulsuz huzur gibi duyguların merkezinde yer alıyor. Modern yaşamda genellikle ihmal edilen bu sistemin etkinleştirilmesi, zihinsel sağlığı korumada kritik önem taşıyor. Konuşmacı, rahatlamanın doğuştan gelen bir hal değil; pratikle geliştirilebilen bir beceri olduğunu vurgulayarak, bu becerinin nasıl kazanılabileceğine dair uygulamalı keşiflere davette bulunuyor.
Zorlayıcı Duygu ve Durumlarla Beraber Yaşayabilme Sanatı
Bu başlık altındaki konuşma, yaşamın kaçınılmaz bir parçası olan zorluklar, acılar, kayıplar ve hayal kırıklıklarıyla nasıl baş edebileceğimizi değil; onlarla nasıl birlikte yaşayabileceğimizi ele alıyor. Konuşmacı, sorunları çözmeye odaklanan klasik yaklaşımlar yerine, bu duyguları kabul ederek hayatın akışı içinde var olmalarına alan açmamız gerektiğini savunuyor. Zorlukların yanında güzelliklerin ve sevinçlerin de var olduğunu hatırlatarak, hayatı tüm yönleriyle yaşayabilmenin mümkün olduğunu gösteriyor.
Konuşmada ayrıca, mevcut durumla ulaşmak istenen ideal hal arasındaki boşluğun yarattığı duygusal yükten söz ediliyor. Hedefler ve gelişim arzusu önemli olsa da, bu farkın yarattığı yetersizlik hissi zamanla motivasyonu düşürebiliyor. Ancak konuşmacı, bu duygulara kapılmak yerine onları fark ederek ve kabul ederek üretken, tatmin edici bir yaşam sürdürülebileceğini vurguluyor. Katılımcılara, bu zorlukların içinde bile neşeyi, anlamı ve dayanıklılığı bulabileceklerini hatırlatan bu konuşma, karanlığın içinde ışığı görebilmenin yollarını araştırıyor.