Bu konuşmada demokratikleşme süreçlerinin tarihsel dalgalar halinde nasıl şekillendiğine ve Türkiye’nin bu küresel eğilimlerden nasıl etkilendiğine ışık tutuluyor. 20. yüzyıl başından bu yana gelen demokratikleşme ve otoriterleşme döngüleri örneklerle açıklanırken, günümüzde yaşanan demokratik geri çekilmenin dinamikleri detaylandırılıyor. Bu çerçevede, seçimle iş başına gelen otoriter hükümetlerin yükselişi, demokrasinin sadece sandığa indirgenmesi ve bu dönüşümün Batılı konsolide demokrasilerde de görülmeye başlaması gibi kritik gelişmelere değiniliyor.
Katılımcılar, Türkiye’nin bu dönüşüm sürecinde nasıl konumlandığını, orta sınıfın rolünü ve yeni otoriterleşme dalgasının yerel etkilerini derinlemesine kavrıyor. Ayrıca, mevcut kriz döneminde demokrasiye dair umut veren işaretler ile yeni bir demokratikleşme dalgasının mümkün olup olmadığı tartışılıyor. Bu konuşma, toplumsal ve kurumsal değişimin büyük resmini görmek isteyen kurumlara ufuk açıcı bir perspektif sunuyor.
Tedirginlik Çağını Anlamak
Bu konuşmada, insanlık tarihinin büyük felaket döngüleri ile günümüz krizleri arasında kurulan çarpıcı paralellikler üzerinden “tedirginlik çağı” kavramsallaştırılıyor. Kara Veba, kıtlıklar ve uzun savaşların damga vurduğu Orta Çağ Avrupa’sından, COVID-19 salgınına, ekolojik yıkıma ve küresel gıda krizine uzanan tarihsel çizgide yaşananlar; sanat ve tarihsel belgeler aracılığıyla ele alınıyor. Dürer’in “Mahşerin Dört Atlısı” tablosundan yola çıkılarak, insanlığın hep aynı korkular ve tehditlerle yüzleştiği; ama her dönemde bu tehditleri algılama biçiminin farklılaştığı aktarılıyor.
Konuşma, bugünün krizlerini özgün kılan dinamikleri sorgularken, küresel düzeyde artan belirsizlik, güvensizlik ve göç dalgaları karşısında birey ve toplumların nasıl bir savunma mekanizması geliştirebileceğini tartışmaya açıyor. Bu başlık altında kurumlara, geçmişin kolektif hafızasından beslenerek bugünü anlama ve geleceğe yönelik stratejik öngörüler geliştirme fırsatı sunuluyor.
Küresel Siyasetin Temel Dinamikleri
Bu konuşmada, küresel siyaset sahnesinde yaşanan büyük dönüşümler, Antonio Gramsci’nin “Eski dünya ölüyor, yenisi doğmakta zorlanıyor” sözü eşliğinde ele alınıyor. 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan liberal dünya düzeninin temel sütunları –serbest piyasa, uluslararası kurumlar ve demokrasi inancı– tarihsel arka planıyla birlikte incelenirken, günümüzde bu düzenin nasıl çatırdadığına dair somut göstergeler sunuluyor. ABD’nin küresel liderlik krizinden ticaret savaşlarına, norm ve kurumların zayıflamasına kadar birçok gelişme, bu dönemin geçişsel ve belirsiz doğasını yansıtıyor.
Konuşma, devletlerin korumacılığa yöneldiği, ticaret bariyerlerinin yükseldiği ve büyük güçler arası rekabetin yeniden tırmandığı bir jeopolitik tabloyu ortaya koyuyor. Rusya-Ukrayna savaşı ve Çin-Batı bloğu arasındaki gerilim gibi gelişmeler ışığında küresel düzenin geleceği sorgulanıyor. Bu başlık, dünyayı anlamlandırmaya çalışan kurumlara küresel geçiş döneminin risklerini ve olası yeni dengelerini değerlendirme imkânı sunuyor.
21. Yüzyılda Aidiyet
Bu konuşmada, küresel ölçekte yaşanan göç hareketlerinin yalnızca demografik değil, aynı zamanda siyasal ve sosyokültürel etkileriyle birlikte ele alındığı kapsamlı bir çerçeve sunuluyor. Savaşlar, afetler ve siyasal krizler nedeniyle zorunlu göç eden gruplar ile ekonomik, sosyal ve kültürel sermayeye sahip bireylerin gönüllü göçleri arasındaki farklar vurgulanıyor. Bir yandan sınırlar yükseltilirken diğer yandan nitelikli insan gücü için ulusal vatandaşlık politikalarının esnetildiği; yetenek göçünün ülkeler arasındaki eşitsizlikleri nasıl derinleştirdiği örneklerle açıklanıyor.
Konuşma, Türkiye özelinde gençlerin ve girişimcilerin yurt dışına yönelme eğilimlerini, bu hareketliliğin ardındaki toplumsal motivasyonları ve aidiyet duygusunun nasıl dönüştüğünü gözler önüne seriyor. Aynı zamanda Türkiye’nin göç alan bir ülke haline gelmesiyle birlikte yaşanan toplumsal değişimler de ele alınıyor. Bu başlık altında kurumlar, günümüz dünyasında hareketlilik ayrıcalığının yeni bir eşitsizlik katmanı olarak nasıl işlediğini ve bunun bireylerin aidiyet hissine nasıl yön verdiğini daha derinlikli biçimde analiz etme olanağı buluyor.
Türk Dış Politikası
Bu konuşmada, Soğuk Savaş sonrası dönemde Türkiye'nin dış politikasında yaşanan yönelim değişimleri tarihsel ve kuramsal bir çerçevede ele alınıyor. Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle ortaya çıkan yeni tehditler ve fırsatlar, Türk dış politika yapıcılarını daha cüretkâr veya temkinli yaklaşımlar arasında bir tercih yapmaya zorlar. Osmanlı’nın mirası ve Soğuk Savaş’ın iki kutuplu yapısı nedeniyle temkinli ve istikrara dayalı bir çizgi izleyen Türkiye, 1990’larla birlikte çok taraflı kurumlara entegrasyonun ötesine geçerek daha iddialı bir rol arayışına girer.
Konuşma, Türkiye’nin geleneksel Batı ittifakının sınırlarını zorlayarak geliştirdiği alternatif ittifaklar, 2011 sonrası küresel sistemdeki belirsizlikler ve bölgesel güç dengelerinin değişimi bağlamında şekillenen dış politika dinamiklerini gözler önüne seriyor. Yeni tehditler kadar ekonomik ve siyasi fırsatların da belirleyici olduğu bu süreçte, siyasal seçkinlerin yönelimleri hem iç hem dış politikada büyük bir dönüşümün önünü açıyor. Bu başlık altında kurumlara, dış politika vizyonlarını çağın değişen dinamikleri ışığında yeniden değerlendirme ve stratejik öngörü geliştirme imkânı sunuluyor.