İnsan kırılgan bir yapıdır.
Dayanıklılık ise doğası gereği zorluk, acı ve kırılganlık ile çok yakından ilişkilidir; çünkü dayanıklılık, kırılganlığa rağmen, zorlukları ve acıları yok saymak ve/veya onlardan kaçmak yerine zorluk yaşama ve acı çekme olasığının her zaman var olduğu farkındalığını içerir.
Çok basit bir örnek vermek gerekirse: İster özel hayatında ister iş hayatında olsun bir öneri, teklif ve/veya talebine “Hayır” cevabı aldığında cevap sahibine tavır alan, hatta bir ölçüde küsebilen biri olanı kişisel algılayıp, büyük olasılıkla içten içe reddedilmiş olmaktan ötürü sıkıntı duyuyor olabilir; başka bir deyişle de aslında soruyu sorarken “Hayır” cevabı alma olasılığına tamamen kapalıdır. Böyle biri hayatın akışı istediği gibi gitmediğinde, zorluklarla karşılaştığında da çoğu zaman benzer haller içinde olur. Oysa cevabın “Hayır” olma olasılığına samimiyetle “Evet” olasılığı kadar açık olan biri “Hayır” cevabı aldığında bunu kişisel almak ve dolayısıyla da tavır alıp, küsmek yerine hızlıca ve sadece bu noktada başka ne (-ler) mümkün ona bakar ve sahip olduğu yapıcı bakış açısıyla bu yaklaşımını hayatta karşılaştığı her zorluk karşısında benzer şekilde sürdürür. Tam da bu nedenle samimiyetle tüm olasılıklara açık olanlar ve kırılganlığı göze alabilenler en dayanıklı olabilenlerdir; çünkü dayanıklılık her olasılığı göze alarak, cesaretle yürümek ve yola devam etmektir. Onlar her zaman bilirler ki zorluklar, acılar doğru noktaya odaklanılırsa mutlaka geçer gider ve ödül olarak yaratıcılıklarına yaratıcılık ve güçlerine güç katar.
- Benlik ve Olasılıklar
- Kırılgan Olmaktan Korkmak
- Açıklık ve Samimiyetin İçyüzü
- Dayanıklılık için Özkaynaklar
- Dayanıklılık artar; Sen yeter ki iste.
Psikolojik Güçlenme – Farklılıklar Sana Güç Katsın!
“Duygular insanın içinde oluşan bağımsız yaşantılar değil, dış dünyayla birlikte yaşarken insanın içinde oluşan olgulardır.”
Engin Geçtan
Dış dünyada olup biten her şey insanın içinde olumlu/yapıcı veya olumsuz/yıkıcı bir duygu yaratır. Duygu yaratım süreci insanın doğumundan itibaren edindiği koşullanmalar ve değer yargıları ile oluşmuş güncel veritabanı ile çok yakından ilişkilidir. Beyindeki otomatik pilot dış dünyada olup biteni kendi veritabanına göre etiketler ve bu etiketlerin taşıdığı anlamlar, kişi onları paylaşsın ya da paylaşmasın, hızlıca bir duygu oluşumuna sebep olur. Oluşan duygular düşünceleri tetikler. Duygudan doğru ortaya çıkan düşünceler anda yaşanan duyguyu yatıştırabileceği gibi alevlendirebilir ve hatta farklı duyguların da açığa çıkmasına neden olabilirler.
Yaşanan duygu olumlu olduğu sürece bu süreç çoğu zaman kişi için bir sorun yaratmaz; ancak olumsuz bir akışta giderek büyüyen yıkıcı duygular, onlarla ilintili düşünceler ve hatta inançlar sağlıklı bir biçimde çözümlenemediğinde türlü çatışmalara sebep olabildikleri gibi hem kişiye hem çevresindekilere hem de ilişkilerine zarar verebilir, kişinin kendini yaşama/gerçekleştirme olasılığını giderek düşürebilirler. Özellikle de istediği türde bir yaşam için çok çaba sarf etmesine rağmen bir türlü istediği nitelikte sonuçlar üretemeyen insanın yaşadığı olumsuz ve yıkıcı duygular üstesinden gelinemediğinde giderek yoğunlaşır ve bir süre sonra kişiyi türlü rahatsızlıklarla dahi karşı karşıya getirebilir. Oysa bu noktaya gelmeden çok önce kişinin birtakım farkındalıklar kazanarak kendisini yaşamasını/gerçekleştirmesini engelleyebilecek yıkıcı duygularla farklı bir ilişki kurmayı, gerektiğinde onları dönüştürmeyi ve beynin otomatik pilot sisteminden çıkarmayı, olağanüstü bir durum yaşanmadığı sürece de psikolojik açıdan güçlü olmayı ve gücünü korumayı öğrenmesi mümkündür.
- Duygu ve Duygudurum (Mood) nedir?
- Duygularla İlişkimiz
- Beynin Veritabanı ve Otomatik Pilot
- Koşullanmalar, Değer Yargıları
- İnançlar ve Etiketler
- Gerçekte Olanla Algılananın Örtüşme Ölçüsü
- Veritabanı Güncelleme
- Duygu ve Duygudurum Yönetimi
Kalp ve Beyin Uyumu – Potansiyelini Yaşamanın En Hızlı ve En Keyifli Yolu
“İşin gerçeği şu ki; en güzel şeyler genellikle son derece mutsuz, huzursuz olduğumuz ya da tatmin olamadığımız anlarda başımıza gelir. Çünkü ancak böyle anlarda huzursuzluğumuzun itici gücüyle rutinimizden çıkıp farklı yollar ya da daha doğru cevaplar aramaya başlarız.”
Scott Peck
Beynin sınırsız bir üretim kapasitesi var; bilinçli ya da bilinçsiz, otomatik pilotla kendiliğinden veya kişisel algı ve seçimlere bağlı çalışan, durmak bilmeyen bir üretim merkezi o.
Beynimizin seçime bağlı dediğimiz üretimleri de aslında bir tür otomatik üretim sisteminin çıktısı. Çünkü çoğu seçim beynin şartlanma, değer yargısı ve inançlarla oluşan veritabanına göre oluşan algısına göre şekilleniyor, yani her düşünce ve karar aynı tezgahta, aynı cins iplikle dokunuyor. Bu nedenle de hemen hemen her gün bir önceki güne neredeyse %80 gibi yüksek bir oranda benzer seçimler yapıyor, dolayısıyla da benzer sonuçlar yaşıyoruz. Özetle beynimizi kullanarak aklımızla bir seçim yaptığımızı zannederken aslında çoğu zaman bir rutin içinde dönüp duruyoruz.
Kalbe gelince o hiç durmadan atıyor yaşamı sürdürmek için, duruma göre ritmini yavaşlatarak ya da hızlandırarak. Yaşamı kalbimizle dinlemeyi bilsek bile, nasılını erken yaşta öğrenmediğimiz için olmalı, kalbimizi dinlemeyi es geçiyoruz çoğu zaman.
Oysa kalbin manyetik alanı beynin manyetik alanının 5000 katı; yani kalbin hayatın akışı içinde beyne göre çok daha geniş bir alanı okuma gücü var. Bilimsel araştırmalar da kalbin olanı biteni ve/veya olacakları beyinden daha hızlı değerlendiren bir yapı olduğunu gösteriyor. Ayrıca kalp sadece sezmekle de kalmıyor, yine son yıllarda yapılan bazı araştırmalar kalpteki bazı nöronların beyne sezgileri iletebildiğini de gösteriyor; başka bir deyişle kalp sezgileri hızlı bir şekilde beynin kullanımına sunabiliyor.
Bütün bunlara rağmen birçok insan, büyük olasılıkla eğitim süreçlerinde beyne ve akla verilen değer ve öncelik sebebiyle, kalbinin sesini dinlemek ve sezgilerine güvenmekte çoğu zaman oldukça zorlanıyor. Oysa kalbi yoran her şey er ya da geç insanın yolunu keser, kalbi güçlendiren her şey ise hem insanı hem de yaşamını yüceltir; çünkü akıl beyne, sezgi marifeti ise kalbe saklıdır. Kalp beyin tarafından duyulur, dinlenir, beslenirse beynin üretimlerini çok güçlendirir; onu rutininden çıkarır, yaratıcılığını artırarak her geçen gün daha verimli olmasını sağlar. Özetle bir insanın kendi biricik potansiyelini yaşayabilmesi için kalbi ile beynini buluşturmasından daha kısa bir yol yoktur. Umalım ki kimse kalbinin beynini besleme ve güçlendirme kapasitesini öğrenmekte ve kullanmakta geç kalmasın; herkes potansiyelini yaşasın.
- Beynin Temel İşleyişi
- Düşünce, Duygu Oluşumları
- Kalbin Kapsamı Alanı
- Hislerle İlişkimiz
- Kalple Yeni Bir Bağ Kurma
- Kalp ve Beyin İletişiminin Sırrı
- Bireysel Potansiyelin Keşfinde Kalbin ve Beynin Rolü
- Potansiyelini Yaşamak için Kalp ve Beyin İşbirliği
Enerji Dili – Bilmeyeni Tüketen Bileni Yükselten Evrensel Dil
“Dünyayı, evreni, kainâtı anlamak istiyorsanız, enerji, frekans ve titreşim açısından düşünün.”
Nikola Tesla
“Enerji var olan her şeydir. Kütle enerjinin bir tezahürüdür.”
Albert Einstein
Kuantum fiziği, yani atom altı parçacıkları içeren fizik dünyası, her şeyin özünün enerji olduğunu ispatladı; toprak, ağaçlar, hayvanlar, insanlar, düşünceler, duygular vb her şeyin, hayatın özü o.
Söz konusu insan olunca enerjinin, her kaynak gibi çoğaltılabildiğini, odaklı ve verimli kullanılabildiği gibi bilinçsizce boşa harcanarak tüketilebildiğini ise hepimiz biliyoruz.
Peki her şeyin özünün enerji olması bizi nasıl etkiliyor?
Artık çoğumuz biliyoruz ki vücudumuz sadece bir et bedenden ibaret değil, aynı zamanda bir de enerji bedenimiz var. Başka bir deyişle hepimiz her an belli bir frekansta titreşen farklı yapılarız.
Bu konuda daha ileri gitmeden önce enerjiyle daha verimli çalışmak için bazı tanımları netleştirmekte de fayda olabilir.
ENERJİ = Maddede var olan ve ısı, ışık biçiminde ortaya çıkan güç
TİTREŞİM = Bir denge noktası etrafındaki salınım, rezonans
FREKANS = Sıklık (eşit zaman aralıkları ile tekrarlanan bir harekette-salınımda, hareketin-salınımın birim zamandaki tekrar sayısı)
Hertz (Frekans -sıklık- birimi) = 1 saniyedeki devir sayısı (1 Hz=1 devir, 1MegaHz=1.000.000 devir, 1GigaHz=1.000.000.000 devir)
Özetle enerjinin sürekli titreşerek bir saniye içinde gerçekleştirdiği salınım/devir sayısı frekans olarak (Hertz -Hz- birimi) ile ifade ediliyor.
İnsana dönersek… Sağlıklı bir insan bedeninin bütünsel olarak 62-70 MHz arasında titreştiği, 58 MHz altına düştüğünde hastalıkların başladığı, bakteri virüs ve hastalıkların düşük frekanslarıyla insanın enerji bedenini olumsuz yönde etkilediği belirtiliyor. Ayrıca bedenin bütünsel anlamda olduğu gibi kendisini oluşturan alt sistemlerin ve organların da fonksiyonları nedeniyle farklı frekanslarda titreştikleri de biliniyor.
Bütünsel enerjimizi etkileyen faktörler ise çok çeşitli. Bedenlerimizin metabolik faaliyetleri, içinde yaşadığımız çevre koşulları, düşüncelerimiz, duygularımız, inançlarımız, yaşam biçimimiz ve daha birçok faktör titreşimimizi direkt olarak etkileme gücüne sahip; çünkü bunların hepsi özünde enerji barındırıyor. Tam da bu nedenle gerek çevresel gerek fiziksel gerek zihinsel gerekse psikolojik etkenlerin tümü insanın bütünsel sistemini ya besleyip güçlendiriyor ya da bu etkenlerin oluşturduğu stres nedeniyle düşebilen frekansı kişiyi kendisine uygun olmayan frekanslarla sürekli tehdit altında olduğu bir konuma kolayca sokabiliyor.
Enerjimizi kullanmaya gelince... İnsanın mevcut enerjisini nasıl kullandığı ve enerji bedenini nasıl beslediği yaşam koşulları, inançları, algı çerçevesi, düşünce yapısı ve duygu durumlarını yönetme becerisi gibi birçok faktör ile çok yakından ilişkili. En başta enerjileri doğru okumak kişinin kendisiyle olan da dahil olmak üzere tüm ilişkilerini daha verimli ve doyumlu yapabilmesine imkan sağlar. Okuyabildiği enerjileri doğru kullanmak ve kendini enerjetik anlamda sürekli olarak beslemek ise çağımızın “kronik stres” faktörü ile etkili biçimde başa çıkabilmeyi, anksiyeteyi hafifletmeyi, yorgun bir zihni canlandırmayı, bitkin bir bedene zindelik kazandırmayı, sağlıklı seçimler ve üretimler yapabilmeyi, kısacası doyumlu bir yaşamı oldukça kolaylaştırır.
Tüm bunlar için ihtiyacımız olan tek şey ise bedenimizin ve evrenin zaten kullanmakta olduğu enerji dilini öğrenmek ve böylelikle enerji sistemleriyle bilinçli bir ortaklık içinde yaşamaktır.
Aksi takdirde her gün giderek hızlanan ve daha talepkar hale gelen hayat akışı içinde doğal ritminden giderek uzaklaşan insan her geçen gün daha fazla tükenme olasılığından ancak bir noktaya kadar kaçabilir. Zira yoğun hayat temposuyla birlikte günlük hayatta karşılaşılan birçok sıkıntının insan işletim sisteminde yarattığı stres müthiş bir enerji kaybına neden olmaktadır; öyle ki bu durum düzeltilemezse zihinsel ve ruhsal sağlık bir kenara beden sağlığını korumak da bir hayli zorlaşmaktadır. Örneğin korku ve nefret çok düşük frekanslı titreşimlerdir ve doğru yönetilemedikleri sürece insanın bütünsel sağlığını da üretimlerini de ilişkilerini de önemli ölçüde tehdit eder bir noktaya gelebilirler. Buna karşılık sakinlik, sevgi ve huzur yüksek frekanslı titreşimlerdir ve insanın bedensel, zihinsel, duygusal, ruhsal, kısacası bütünsel sağlığına ve dolayısıyla da ilişkilerinden üretimlerine kadar toplam yaşam kalitesine yükseltici, iyileştirici, doyurucu anlamda hizmet ederler. Belki de en önemlisi insanlar ancak kendilerine benzer frekansta insanlarla rahat edip, kolay iletişim kurabilir, üretebilir ve yaşamdan tad alabilirler. Tabii buradan bakınca da günlük hayatta bazı ilişkilerde niye çok rahat ve mutlu, bazılarında ise niye hep stres yaratan bir mücadele içinde olduğumuzu anlamak oldukça kolaylaşır.
Evet, evrende her şeyin özü enerji ve bu dili öğrenip kullanan herkes kendine yetmenin de ötesine geçip, kendi etrafında eşsiz ve çok kapsayıcı bir çekim alanı yaratan, oldukça güçlü bir jenaratör olabilir. Enerji dilini öğrenmeden yaşamak ise insanı, hiçbir kötü niyeti olmasa bile, sadece hayatta kalabilme mücadelesi nedeniyle zaman içinde stres dolu bir enerji vampirine dönüştürebilir ki bu başta kişinin kendisi olmak üzere çevresindeki herkes için çok yorucu ve hatta yıkıcı olabilir. Oysa bu dil çok kolay, öyle kolay ki insan nerede öğrendiğini hatırlamasa bile, dili öğrendikçe bir zamanlar bilip de zaman içinde unuttuğunu her an yeniden farkına varıyor.
- Enerjiyi ve Frekansları Okumak
- Bireysel Enerjiyi ve Frekansı Keşfetmek
- Düşük Frekanslı Yıkıcı Titreşimlerden Arınmak
- Yüksek Frekanslı Yapıcı Titreşimlere Ulaşmak
- İlişki Frekanslarını İyileştirmek
- Yüksek ve Yapıcı Frekanslı bir Yaşam Kurmak