Konuşmacımız, iş yaşamında sahiciliği, başarı tanımını ve sürdürülebilirliğin etkilerini sorgulayarak öğrenmenin yalnızca bilgi aktarmakla değil, birlikte düşünmek ve paylaşmakla mümkün olduğunu vurguluyor. Sivil toplumdan özel sektöre, farklı platformlarda binlerce kişiyle gerçekleştirdiği konuşmalarda edindiği içgörüleri paylaşarak, iletişimin özünün hâlâ “hikâye anlatmak”tan geçtiğini dile getiriyor.
Teknolojinin gelişimiyle birlikte aktarım biçimlerinin değiştiğini ama etkili iletişimin hâlâ insani bir deneyim olduğunu savunuyor. Her paylaşılan hikâyenin, anlatan ve dinleyen herkesi dönüştürdüğünü belirterek, geleceğe daha sağlam adımlarla ilerlemek isteyen bireyler için birlikte düşünmenin, tartışmanın ve ifade etmenin vazgeçilmez olduğunu hatırlatıyor. Konuşma, içten bir çağrı niteliğinde: “Paylaşacak hikâyemiz varsa, birlikte dinleyip birlikte şekillendirebiliriz.”
Dijital Rönesans : İnsan ve Teknolojinin Eş Dönüşümü
Konuşmacımız, insanlık tarihindeki büyük sıçramalarla dijital çağ arasındaki benzerlikleri çarpıcı örneklerle ortaya koyuyor. Ateşin, tekerleğin, matbaanın ilk kullanımlarında doğan korkuların zamanla nasıl kontrol mekanizmalarıyla dengelendiğini anlatıyor. Bugün yapay zeka, blockchain ve 5G gibi teknolojilerin aynı dönüşüm potansiyelini taşıdığını; ancak bu teknolojilerin insanlıkla duygusal, etik ve toplumsal bağlarının kurulması gerektiğini vurguluyor.
Teknolojiyi yalnızca teknik terimlerle değil, insan deneyimiyle birlikte anlamlandırmanın önemine dikkat çekiyor. Dijitalleşmenin güven, bağ kurma, sanat, etik ve yaşam biçimleriyle nasıl entegre edilebileceğini sorgularken, ortak bir bilince ve diyaloğa ihtiyaç olduğunu savunuyor. Konuşma, dijital çağın “rönesans” niteliğinde bir fırsat sunduğunu ve bu fırsatın toplumsal fayda doğrultusunda şekillenmesi için hepimizin sorumluluk alması gerektiğini güçlü bir şekilde ifade ediyor.
Beyaz Yakalı Hayatlar: Hep Çok mu şahane?
Konuşmacımız, günümüzün “büyük istifa” döneminde iş dünyasında yaşanan kopuşları ve bu kırılmanın ardındaki duygusal dinamikleri ele alıyor. Artık iş ilanlarının sayısı, iş arayan insan sayısından fazla; ancak buna rağmen çalışanlar, özellikle genç kuşaklar, mevcut sistemde kendilerini ifade edebilecekleri sahici alanlar bulmakta zorlanıyor. Kurumların başarılarını ölçen anketler çoğalırken, çalışanların iç dünyası çoğu zaman bu anlatılarla örtüşmüyor.
Beyaz yakalı çalışanların, yalnızca kariyer hedefleriyle değil, kişisel değerleriyle de var olabilecekleri bir iş yaşamına ihtiyaç duyduğunu savunuyor. Kendisinin de bir beyaz yakalı olarak bu süreci birebir deneyimlediğini vurgulayan konuşmacı, kitapları, seminerleri ve atölye çalışmalarıyla bu alandaki dönüşüme katkı sunduğunu ifade ediyor. Çağrı net: iş hayatını yeniden tasarlamak için sahici, duyarlı ve birlikte inşa edilen bir zemine ihtiyaç var.
Sürdürülebilirliğe Nasıl Bakalım?
Konuşmacımız, sürdürülebilirliği yalnızca karbon salınımı üzerinden tanımlamanın yetersizliğine dikkat çekiyor. Gerçek sürdürülebilirliğin; doğaya, suya, canlılara, toplumsal eşitliğe ve atık yönetimine bütüncül bir yaklaşımla sahip çıkan bir iş dünyası anlayışını gerektirdiğini savunuyor. Regülasyonlara uyum sağlamanın ötesinde, bu anlayışı şirketlerin varoluş amacıyla ne kadar bütünleştirebildiğimizin esas mesele olduğunu vurguluyor.
Cinsiyet eşitliği, toplumsal fayda ve doğayla uyumlu üretim gibi başlıkların, kârlılıkla çelişen değil, tam tersine markaları daha itibarlı ve tercih edilir kılan unsurlar olduğunu ifade ediyor. Konuşma, sürdürülebilirliği şirketlerin kültürüne ve iş akışlarına doğal şekilde entegre etmenin, hem gelecek kuşaklara karşı sorumluluğumuzu yerine getirmek hem de uzun vadeli başarıyı güvence altına almak için vazgeçilmez olduğunu hatırlatıyor.
Aktivist Bir İş Hayatı: Kurumsal Çağda İnsan Kalabilmek
Konuşmacımız, iş dünyasının artık yalnızca kâr, büyüme ve hissedar memnuniyetine odaklı bir yapı olmaktan çıkmak zorunda olduğunu vurguluyor. Küreselleşme ve dijitalleşmeyle birlikte artan şeffaflık sayesinde, kurumların çevre, eşitlik, göç, azınlık hakları gibi toplumsal meselelerden uzak durması mümkün değil. Bugünün dünyasında şirketler tarafsız kalamaz; tavır almalı ve insanı merkeze alan değerleri benimsemelidir.
Kurumsal sosyal sorumluluğun imaj odaklı bir vitrin olmaktan çıkıp, gerçek bir dönüşüm aracı haline gelmesi gerektiğini savunuyor. İnsani değerlerle kurumsal değerlerin kesişim noktasında, şirketlerin yalnızca ekonomik değil etik olarak da varlık göstermesi gerektiğine dikkat çekiyor. Konuşma, iş dünyasını daha duyarlı, sorumluluk sahibi ve insan odaklı bir geleceğe çağıran güçlü bir perspektif sunuyor.