Günümüz iş yaşamı, insan eliyle inşa edilen ama insan ihtiyaçlarını giderek daha az karşılayan bir yapıya evriliyor. Sanayi devriminden bu yana şekillenen geleneksel örgütlenme biçimleri, günümüzün hızla değişen koşullarına ve çalışanların duygusal, zihinsel ihtiyaçlarına çoğu zaman cevap veremiyor. Rıza Kadılar, bu konuşmasında kurumsal yapılarla bireysel esenlik arasındaki kritik dengeyi sorguluyor; iş yerlerinin kişisel anlam, motivasyon ve ruh sağlığı üzerindeki etkilerini çok boyutlu bir perspektifle ele alıyor.
PERMA modeli, anlam arayışı, motivasyon kaynakları ve iş ortamlarının bireyi besleyen bir yapıya nasıl dönüşebileceği konuşmanın ana eksenlerini oluşturuyor. Dünya genelinden örneklerle zenginleşen bu içerik, tükenmişliği önleyici stratejileri, genç kuşakların ruhsal dayanıklılığını artırmaya yönelik uygulamaları ve insan merkezli iş kültürlerinin nasıl inşa edileceğini gösteriyor. Kurumlar için bu başlık, verimliliği artıran değil; insanı önemseyen bir dönüşümün kapılarını aralayan ilham verici bir çağrı niteliği taşıyor.
İş İklimini İyileştirmek İçin Koçluk ve Mentorluk
Günümüz çalışanları iş yerinde yalnızca maaş ya da unvan aramıyor; değer görmek, önemsenmek ve anlam bulmak istiyor. McKinsey’nin dikkat çeken araştırması, çalışanların önemli bir bölümünün kendilerini önemseyen iş arkadaşlarını bulamadıkları için istifa ettiğini ortaya koyuyor. Rıza Kadılar, bu konuşmasında iş dünyasındaki bu dönüşümü anlamlandırarak, insan odaklı liderlik anlayışının koçluk ve mentorluk yoluyla nasıl inşa edilebileceğini tartışmaya açıyor.
Reflektif düşünme, yani olup biteni değil, bizde bıraktıklarını değerlendirme pratiği, bu çağın en önemli yetkinliklerinden biri olarak öne çıkıyor. Dinlemek, empati kurmak, merakla yaklaşmak ve birlikte anlam yaratmak; sürdürülebilir bir iş iklimi için artık temel beceriler haline gelmiş durumda. Kadılar, dünya çapındaki koçluk deneyimlerinden süzülen içgörülerle, organizasyonların çalışan bağlılığını ve esenliğini güçlendirecek pratik uygulamalara odaklanıyor. Bu başlık, kurumlara sağlıklı iş ortamları yaratmanın sadece yapısal değil, insani bir yolculuk olduğunu hatırlatıyor.
HR Tech: İK’yı Yeniden Tanımlamak
İnsan Kaynakları, her zaman işletmelerin en kıymetli varlıklarını —insanları— yönetmeye odaklanmış olsa da, artık bu yönetim anlayışının veriye dayalı, teknolojiyle entegre ve deneyim odaklı hale gelmesi gerekiyor. Katma değer yaratan şirketlerin ortak özelliği; veriyi doğru tanımlayıp analiz ederek her seviyeye aktarabilmeleri. Artık İK'nın yalnızca süreç yöneten bir birim olmaktan çıkıp, teknolojiyle güçlenen stratejik bir ortak haline dönüşme zamanı.
Bu konuşmada; geleneksel hiyerarşik yapılardan ağ tabanlı organizasyonlara geçiş, teknolojinin sadece kontrol aracı değil aynı zamanda motivasyon ve anlam yaratma aracı olarak nasıl kullanılabileceği ele alınıyor. Yapısal dönüşüm kadar zihinsel dönüşümün de önemsendiği bu içerik, İK’nın geleceğinde yer alan yapay zekâ, otomasyon, analitik dashboardlar ve dijital deneyim tasarımı gibi araçların çalışan memnuniyetiyle nasıl bütünleştirilebileceğine odaklanıyor. Kurumlar için bu başlık, hem insan odaklı hem veri güdümlü bir İK yaklaşımının nasıl kurulacağını ve bu sayede çalışan bağlılığının nasıl artırılabileceğini keşfetme fırsatı sunuyor.
İş Hayatı Kimi Arıyor?
Değişimin baş döndürücü bir hızla yaşandığı günümüzde, iş dünyası yalnızca klasik donanımlı çalışanları değil; insanı insan yapan özelliklerle teknolojiyi birleştirebilen, esnek ve dönüşüme açık bireyleri arıyor. Bugün okullarda öğretilen birçok bilginin yarının iş dünyasında karşılığı kalmayacağı gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bu nedenle "iş hayatı kimi arıyor?" sorusu, hem bireyler hem kurumlar için yeni bir bakış açısı gerektiriyor.
Konuşmada; Stanford destekli Institute for the Future raporlarından Dünya Ekonomik Forumu’nun yetkinlik analizlerine kadar birçok uluslararası kaynaktan süzülen bilgiler, deneyimle harmanlanarak sunuluyor. Aena doktrini gibi liderlik yaklaşımını eril ve dişil özellikler üzerinden değerlendiren özgün modellerle birlikte, empati, liderlik, öğrenme çevikliği ve teknoloji okuryazarlığı gibi yeni nesil becerilere odaklanılıyor. Katılımcılar bu başlıkta, iş dünyasının aradığı yetkinlikleri içselleştirme ve kendi yolculuklarına nasıl adapte edebileceklerini keşfetme fırsatı buluyor.
Döngüsel Ekonomi ve Sürdürülebilirlik
Sürdürülebilirlik artık bir tercih değil, iş dünyasının her alanına entegre edilmesi gereken stratejik bir zorunluluk. Ancak bu kavramın altını doldurmak için önce neyi “sürdürmek” istediğimizi netleştirmemiz gerekiyor. Tek bir gezegenin kaynaklarıyla sınırsız tüketimi sürdürmenin mümkün olmadığını fark ettiğimiz noktada, döngüsel ekonomi devreye giriyor. Bu yaklaşım; atığın olmadığı, her ürün ve sürecin başka bir döngünün girdisi olarak tasarlandığı yeni bir düşünce biçimini temsil ediyor.
Konuşma, Avrupa Yeşil Mutabakatı ve sınırda karbon düzenlemeleri gibi yeni uygulamaların şirketleri nasıl etkileyeceğini ele alırken; karbon piyasaları, ürün tasarımı, üretim süreçleri ve iş birliklerinin döngüsel mantıkla yeniden yapılandırılması gerekliliğini vurguluyor. Katılımcılar, sürdürülebilirliği gerçek anlamda iş modellerine nasıl entegre edebileceklerini, değişen regülasyonlara nasıl hazırlıklı olabileceklerini ve bu dönüşümde fark yaratmak için hangi adımları atabileceklerini keşfetme imkânı buluyor. Kurumlar için bu başlık, sadece çevre dostu olmakla kalmayıp uzun vadeli rekabet gücünü artırmanın da anahtarı.
Çağı Yakalayan Kapsayıcı Liderlik
Tarih boyunca en başarılı toplumlar, güçlü olmaktan çok iş birliği yapabilme ve organize olabilme becerileriyle öne çıktı. Bugün ise bu becerilerin yerini çeşitlilikten doğan kolektif zekâ alıyor. Farklı kökenlerden, düşüncelerden ve bakış açılarından gelen bireylerin bir arada üretebildiği kurumlar; sadece daha yaratıcı çözümler geliştirmekle kalmıyor, aynı zamanda daha kapsayıcı, adil ve sürdürülebilir iş ortamları inşa edebiliyor. Ancak kapsayıcılığı hayata geçirmek, söylem düzeyinde değil, davranış ve sistem düzeyinde gerçek bir dönüşüm gerektiriyor.
Konuşma, kapsayıcı liderliğin önündeki bilinçli ve bilinçsiz önyargıları, öğrenilmiş kalıpları ve sistemik engelleri nasıl fark edip aşabileceğimizi sorguluyor. Çeşitlilikten beslenen ekiplerin nasıl daha yüksek performans gösterdiğine dair araştırmalarla desteklenen bu içerik, kurumların kendi kapsayıcılık seviyelerini ölçebilecekleri barometreler ve gelişim alanlarına dair somut adımlar da sunuyor. Katılımcılar; yapay zekâ çağında bile eşitlikçi yaklaşımları güçlendirmenin, farklılıkları birleştirerek ortak faydaya dönüştürmenin liderlik için nasıl vazgeçilmez hale geldiğini deneyimleme fırsatı buluyor.